Bilgisayarlara karşı uzun zamandır bir sevgi besliyorsanız ya da en azından bir programlama diliyle uğraştıysanız, bilgisayarlar için dillendirilen ‘aptal bir makine’ ifadesini büyük ihtimalle duymuşsunuzdur. Sizce, bilgisayarlar düşündüğümüz kadar akıllı bir cihaz değil mi? Değilseler biz nasıl sadece birkaç dokunma ya da tıklama ile iletişim kurup istediğimiz birçok şeyi yaptırabiliyoruz? En önemlisi de teknoloji alanında bize çok büyük katkı sağlıyorlar. Hayatımızın bir parçası olan bu cihazlara biraz daha yakından bakmak ve nasıl çalıştıkları hakkında biraz fikir edinmek istiyorsanız doğru yerdesiniz.
Bilgisayarların çalışma prensibine bakarsak tek anladıkları dil makine kodudur. Nedir bu makine kodu? Makine kodu, doğrudan bilgisayarın işlemcisi (CPU) tarafından anlaşılabilen ve çalıştırılabilen komutlardan oluşan program yazma aracıdır ve sadece 0, 1 rakamlarından ibarettir. İşte akıllı bilgisayarların anladığı tek sistem: 0 ya da 1. Film ve dizilerde gördüğümüz, ortalıkta bir “bilgisayar korsanı” olduğunu anlatmak isteyen, siyah arka plan üzerine fosforlu yeşil renkte ekranda beliren 0 ve 1’ler. Buna ikili (binary) sistem denir. Biz ise onlu sayı sistemini kullanıyoruz yani 0, 1, 2, 3, …, 8, 9. Günümüzde programcılar bir program yazmak için makine kodunu değil de programlama dillerini kullanırlar. Tabii akıllı bilgisayarlarımız, programlama dilleri ile yazılan kodları anlamaz, çünkü onlar sadece 1 ve 0’dan anlarlar. Anlamaları için de bu kodların, derleyici ya da yorumcular ile makine koduna çevrilir (0 ya da 1’e ). Derleyici ve yorumcular ise programlama dilli ile yazılmış birer programdır.
Bilgisayarların bu dili kullanmasının sebebi ihtiyaçlarını en temel düzeyde karşılamasından dolayıdır. Çünkü bilgisayar kendini ifade etmek için sadece iki duruma ihtiyacı vardır. Bunlar; ‘elektrik bağlantısı var’ veya ‘yok’tur. Üçüncü bir durumdan söz edilmez. Bu sistemde bir şeyin varlığı 1, yokluğu 0’dır. Bilgisayarların da bunlardan birini depolamasına bit denir. Yani bit, 1 ya da 0 değerini alır. Ee o zaman bu bilgisayarlar nasıl harfleri algılıyor? Çok basit, ister harf olsun ister özel bir karakter ikili sistemde bunun bir karşılığı vardır. Söz gelimi A harfi (büyük a harfi dikkat edelim) ikili sistem karşılığı 01000001’dir ya da m harfi (küçük m harfi) 01101101’dir. Bunlar gibi bütün karakterlerin bir karşılığı vardır.
Bit kavramını anladığımıza göre şimdi dijital görsellerin nasıl oluştuğuna değinelim. Burada da karşımıza yeni kavramlar çıkıyor. Bit derinliği ve piksel. Bit derinliği, dijital bir görselin içinde ne kadar renk bilgisi barındırdığını bize ifade eder. Yani daha yüksek bit derinliği demek o görseldeki her piksel için daha fazla renk seçeneğidir. Piksel ise dijital görselde insan gözünün ayırt edebileceği en küçük birimdir. Örneğin bir dijital görseli, kareli defter sayfası; o görselin her pikselini, sayfadaki her bir karelere denk gelecek şekilde düşündüğümüz vakit, bu görsel 1 bit derinliğine sahip olduğunda, içindeki her piksel sadece iki renk barındırabilir. Söz gelimi siyah veya beyaz. Ancak 2 bit derinliğine sahipse bu görsel, 22 durumundan dolayı 4 farklı renk barındırabilir. Bu durum 8 bit bir görselde 28’den 256 farklı renk demektir. Söz gelimi RGB görüntüler. RGB (Red, Green, Blue), üç temel rengin (kırmızı, yeşil, mavi) değişik yoğunluklarda kullanılarak, renk gamından istenilen rengin elde edilmesine dayanır. RGB görselin bit derinliği R+G+B = 8 Bit + 8 Bit + 8 Bit = 24 Bit’tir. Yani her piksel bu üç rengin karışımıyla 24 bit derinliğine sahiptir. 224 demek yaklaşık 17 milyona denk gelmektedir. Bu da bize her piksel için 17 milyon farklı renk seçeneği sunar. Bu piksellerin binlercesi bir araya gelerek dijital bir görseli oluşturur. Şimdi doğada bulunan renkleri düşündüğümüz zaman çok fazla ton zenginliği vardır. Bizim bunlara yaklaşmamız için de dijital görseldeki bit derinliği o kadar fazla olmalıdır. Tabii bit derinliği ne kadar artarsa o kadar çok 0 veya 1 (bit) depolamaktır. Bu durum da görselin boyutunu artırır.
İnsan gözünün bir şeyi akıcı görebilmesi için 18 fps (Frame Per Second/Saniyelik Görüntü Sayısı) yeterlidir. Yani bir çizgi film ya da film izlerken, görseller 1 saniyede 18 defa yenilenirse biz buradaki hareketi akıcı bir şekilde görürüz. Görseller arasındaki farkı hissetmeyiz. Sinema filmleri de bizlere 24 fps olarak sunuluyor. Animasyonlu defterlerde de aynı durum geçerlidir. Animasyonlu defterlerin sayfalarını çok hızlı bir şekilde çevirdiğinizde, sayfadaki her görsel diğer sayfanın üstüne gelince gözümüz, bunları akıcı bir şekilde görür.
Bir video art arda gelen görsellerle, görseller ise binlerce piksellerin bir araya gelmesiyle, pikseller ise bitlerden, bitler ise 0 ve 1’lerden meydana gelir vesselam.
Bu yazım burada bitti. Okuduğunuz için çok teşekkür ederim. Bana ilham olan video aşağıdadır. Bir başka yazıda görüşmek üzere kendinize iyi bakın.